1- Herkesin zihninde dolaşan yargılar var ve sürekli olarak aklımızdan geçen düşünceler. İnsan zihninin normal hâli değil mi peki, bu?
Tabii ki insan zihninin normal hâlidir bu durum. Düşün- celeri, gökyüzünde her gün gelip geçen bulutlara benzetirim ben. Zihnimizden bir gün içinde binlerce düşünce gelir ve geçer. Düşüncelerimize inanmadığımız zaman, onların ya- şamımızda etkisi yoktur. İnanıp hikâye hâline getirdiğimiz zaman etkisini deneyimleriz.
2- Bütün acıların sebebi düşüncelerimiz evet, ama düşün- celerimize inanmamak mümkün mü?
Düşüncelere inanmamak ve olumsuz etkilerini deneyim- lememek, öncelikle farkındalık ile başlar. Her şeyden önce biz, düşüncelerimiz değiliz. Aynen arabamız, evimiz olma- dığımız gibi. Arabamız ve evimiz var. Ama araba ve ev, biz değiliz. Düşünceler de aynıdır, düşüncelerimiz vardır ama biz, düşüncelerimiz değiliz. Bu bilgiyi edindikten sonra uy- gulamaya geçiş, farkındalıkla başlar. Siz, size her söylenene inanır mısınız? Mesela; ben, size “kafanın arkasında bir tane daha kulağın var” veya “senin gözlerin pembe” desem bana inanır mısınız? Zihnimiz her gün bize binlerce saçma sapan şey söyler. İki kulağımızın arasında geçen bir diyalog (çoğu zaman bize olumsuz hikâyeler ve düşünceler fısıldayan birses) vardır. Bu ses, bizim içimizden geldiği için kendi sesi- miz olduğunu sanırız. Hâlbuki değildir. Zihnin geçmişten kayıt yaptığı bir teyp sesi gibidir. Devamlı konuşur, açıklar, eleştirir, kusur bulur, yargılar, karşılaştırır, karar verir, an- lamaya çalışır, etiketler vs. Zihnin her dediğine inandığımız zaman, rüzgârda oradan oraya savrulan, tüm hareket gücü ve yaşamı rüzgârın esmesine veya esmemesine bağlı olan bir yaprağa döner yaşamımız. Düşünce ne diyorsa her dediğine otomatikman inanıp o düşüncenin verdiği duyguları yaşar ve o hikâyeyi oynarız. Düşünce, başkaları, kendimiz ve hakikat için olumsuz şeyler söylüyor ise, biz bunlara körü körüne ve sorgulamadan inanırsak, acı ve ıstırap çeker ve olumsuz düşüncelerin yan etkilerini deneyimleriz. Hayatımız hem iç savaşa hem de dış dünyamız ile yarattığımız savaşa dönüşür. Kısacası, bu kısır döngü ve dipsiz kuyudan çıkmanın birinci basamağı, düşünce olmadığımızı ama düşüncelere sahip olduğumuzu bilmek, ikincisi; düşüncenin geldiğinin farkına varmak ve gelen düşünceyi yakalayıp sorgulayarak, bu bil- giyi bilgeliğe dönüştürmek ile olur. Olumsuz düşüncelerin geldiğini duygularımız yolu ile anlarız. Eğer hüzün, kıskanç- lık, nefret, intikam, depresyon, endişe gibi olumsuz duyguları deneyimliyorsak, bu duygulara sebep olan düşüncenin farkı- na varmamız gerekir. Öncelikle kendimizi uyandırıp, “acaba şu anda bana bu duyguları deneyimleten düşünce nedir?” sorusunu sorarak, düşünceyi yakalayıp, 4 soru ve çevirmeler ile içine girdiğimiz zihin hapishanesinden çıkarak, oradan oraya savrulan bir yaprak olmaktan kurtulabiliriz.
3- Bir düşünceye inanmanın duygusal ve fiziksel etkilerini fark etmek mi bu çalışmada amaç? Kişiye neyi gösteriyor?
Farkındalık, özgürlük için atılacak ilk adımdır. Kendi adıma konuşmak istiyorum burada. O anda düşüncelerime inan- dığımın farkına varmaz isem, bir robot veya bir bilgisayar gibi yaşadığımı deneyimliyorum. O anda neye inandığımı, duygularım bana gösteriyor. Eğer olumsuz duygular dene- yimliyor isem, olumsuz düşüncelere sorgulamadan inandığı- mı fark ediyorum.
Sorduğunuz sorunun cevabı: Bir düşünceye inanmanın yarattığı olumsuz duygusal ve fiziksel etkilerin farkına varıp bu düşünceye inandığımız zaman ile inanmadığımız zaman arasındaki farkı deneyimleyip kendi gerçeğimizi bulmak. The Work, yani Çalışma, kişiye, bir düşünceye inandığı zaman, kim oluyor, nasıl davranıyor, neler hissediyor, kendine ve başkalarına karşı nasıl oluyor sorularıyla düşünceye doğru- luk testi yapıp sorgulayarak, inanmadığı zaman kim oluyor arasındaki farkı gösteriyor.
4- Byron Katie’nin hikâyesinden kısaca bahseder misiniz?
Nasıl ortaya çıkmış bu Çalışma?
Byron Katie, Kaliforniya’da yaşayan ve 30 yaşlarının ba- şında çok ciddi bir depresyona giren, yaşamının 10 seneden fazlasını derin acılar ve ıstıraplar içinde geçiren bir kadındı. Hatta depresyonunun son iki senesini yataktan bile çıkama- yacak kadar derin bir şekilde yaşamıştı. Bir sabah, yattığı bir klinikte uyandığında ani bir farkındalık yaşadı ve depresyo- nunun dış dünyadan değil, kendi düşüncelerine inanması sonucu, kendisi tarafından yaratıldığının farkına vardı. Ka- tie, düşüncelerine inandığı zaman acı çektiğini, inanmadığı zaman ise acı çekmediğini gördü. Dünyayı ümitsizce bizim düşüncelerimize göre olması gereken duruma uydurmaya çalışmak yerine, bu düşünceleri sorgulayabileceğimizi ve ger- çeği tam olduğu şekli ile kabul ederek hayal edemeyeceğimiz bir özgürlük ve neşeye kavuşabileceğimizi gördü. Sonuç olarak, yataktan çıkamayan ve intihara yakın bir kadın, yaşamın getirdiği her şeye karşı sevgi dolu biri hâline geldi.
5- Kitap neyi anlatıyor?
“Olanı Sevmek” kitabı ile Byron Katie, bize, hakikat ile tar- tıştığımız zaman nasıl bir yaşamımız olduğunu, tartışmadığı- mız zaman neler olabileceğini, teslimiyeti, kabulü ve koşulsuz sevgiyi anlatıyor. Hakikat ile tartıştığımız zaman ıstırap çek- tiğimizi, olanı kabul edip onun ile tartışmadığımız zaman ise huzuru ve mutluluğu deneyimlememiz için bize The Work (Çalışma) adı verilen sorgulama yöntemini anlatıyor. Byron Katie’nin oluşturduğu The Work’ün (Çalışma) nasıl yapılaca- ğını, 4 soru ve çevirmeleri örnekler vererek anlatıyor.
6- “Olan olandır. Acı çektiğimiz tek an, olanla tartışan bir düşünceye inandığımız zamandır.” diyor kitapta. Olanı kabul etmeyip değiştirmeye çalışmak mı sorun? Olanı nasıl severiz?
“Değiştirebileceğiniz şeyleri değiştirin.” der Byron Katie. Değiştiremeyeceğimiz şeyleri değiştirmeye kalkmak ve onlar ile kavgaya girmek savaşı doğuruyor. Olanı kabul etmediği- niz zaman olan ile tartışmaya giriyorsunuz. Hakikatin, olduğu gibi değil de sizin istediğiniz şekilde olmasını istiyorsunuz. Ben buna içimdeki küçük diktatör diyorum. Olanın nasıl ol- ması gerektiğine karar veren ve verdiği kararın uygulanması- nı isteyen küçük diktatör. Dünyaya meydan okuyan, hakikat ile tartışan diktatör. Olanı sevmek zorunda değilsiniz. Kabul edip etmemek ise sizin elinizde. Olan, sizin fikrinizi sormaz, sadece olur. Olanı kabul etmeyip tartıştığınız ve hakikatten farklı bir şey olmasını istediğiniz zaman acı çeker, mutsuz olursunuz.
“Olanı nasıl severiz?” sorunuzun cevabını kendi deneyi- mime göre yanıtlayabilirim. Ben aynen Byron Katie’nin de dediği gibi; evrenin dost olduğuna ve olan her şeyin bana karşı değil, benim için olduğuna inanıyorum ve bunu dene- yimliyorum. Hayata bakış açımı değiştirip bu anlayış ve bilinç penceresinden baktığımda ise, olan her şeyin benim için oldu- ğuna inanıyor ve olan ile dost geçinip seviyorum. Her şeyi iyi-kötü diye yargılamadan, olduğu gibi kucaklıyor ve “hoş geldin” diyorum. Olanın veya diğer adı ile gerçeğin, içinde getirdiği hediyeyi arıyor ve buluyorum. Karanlık zannettiğim her şeyin içinde bir inci buluyorum.
Byron Katie’den aldığım eğitim hakikate bakış açımı dö- nüştürmeme sebep oldu. Dönüştürdüğüm bakış açılarımın birincisi, yukarıda da dediğim gibi “her şey benim için olu- yor” bilinci ile yaşamak. İkincisi “dışarıda yanlış bir şey yok, hata yok, her şey olması gerektiği gibi oluyor.” Üçüncüsü “ihtiyacım olan her şey bana o anda veriliyor, ne eksik ne faz- la, tam olması gereken zamanda, her şey mükemmel oluyor.” Bu bilinç ve bakış açısından baktığım zaman yaşamı, olanı sevmeyi ve kabulü yaşıyorum. Sonuç, huzur, şükran duygu- su, sevinç, neşe ve mutluluk, birlik duygusu ve deneyimi ile hizmet arzusu oluyor.
7- Nedir The Work’ün temel mantığı? Prensipleri neler?
The Work’ün temel mantığı, acı ve ıstıraba neden olan düşüncelerimizin farkına varıp onları yakalamak ve yakala- dığımız bu olumsuz düşünceleri sorgulamaktır. Prensipleri, gerçeği bulmaya dayanır. Olumsuz düşüncelere inandığımız zaman kendimizi soktuğumuz zihin hapishanesine girmek- ten bizim sorumlu olduğumuzu görmemizi sağlar. Kurban rolünü bırakıp kendi kendimizi soktuğumuz dipsiz kuyudan çıkmak için kendimize attığımız bir iptir âdeta. Farkına var- mak, yakalamak ve sorgulamak gibi üç temel prensibi vardır. Başkalarına yönelttiğimiz yargılar ve kendimiz hakkında inandığımız hikâyelerimiz ile tanışırız. Onlara verdiğimiz tavsiyelerin kendimizin ihtiyacı olduğunu anlarız. The Work, kendi bulmacamızı çözmemiz, “özümüze” ulaşabilmemiz için kullanabileceğimiz bir araçtır.
8- Sorular neler? (Dört soru ve tersine çevirmeler)
Düşüncelerimizi yakaladıktan sonra, bu düşüncelerin doğ- ru olup olmadığını anlamak için doğruluk testinden geçiririz ve hangi düşüncelerin gerçekten doğru olduğunu sorgularız. Bu sorgulama işleminin adına The Work diyor Byron Katie. The Work dört soru ve düşünceyi çevirmelerden oluşur. O anda inandığımız düşünceyi.
1– Bu doğru mu?
2– Bu düşüncenizin doğru olduğundan kesinlikle emin olabilir misiniz?
3– Bu düşünceye inandığınız zaman kim oluyorsunuz?
Nasıl davranıyorsunuz? Neler hissediyorsunuz?
4– Bu düşünceye inanmasaydınız kim olur, nasıl davranır ve neler hissederdiniz?
Tersine çevirmeler genelde üç şekilde yapılır:
1– Kendimize
2– Diğerine
3– Tam tersine
“Ben Ali’ye kızıyorum, çünkü Ali bana yardımcı olmu- yor.” düşüncesinden: “Ali bana yardımcı olmuyor.” kısmı- nın çevirmelerini yaparsak; öncelikle Ali’nin bana yardımcı olmadığına inandığım bir durum bulurum. Bu durumdan üç çevirmeyi de yaparım:
1– İlk çevirmeyi kendimize yapıyoruz. “Ben kendime yar- dımcı olmuyorum.” Ali’nin bana yardımcı olmadığını düşün- düğüm durumda ben kendime yardımcı olmuyorum. Bunun gerçek olup olmayacağı üzerinde düşünüp doğru olup olma- yacağını bulurum. Eğer doğru ise üç örnek ile kendime nasıl yardımcı olmadığımın doğruluğunu desteklerim.
2– Ben Ali’ye yardımcı olmuyorum. (“Onun bana yardımcı olmadığını düşündüğüm durumda ben ona yardımcı olmu- yorum. Acaba bu da doğru olabilir mi?” diye sorgularım ve eğer doğru olduğunu bulursam, bunun doğruluğunu üç ör- nek vererek desteklerim.)
3– Tam tersine çevirme ise: “Ali bana yardımcı oluyor.” şeklinde yapılır ve üç örnek bularak bunun doğruluğu desteklenir.
4– Bir diğer çevirme de: “Düşüncelerim bana yardımcı olmuyor.” şeklinde yapılır. Özellikle “Ali bana yardımcı ol- muyor” düşüncesine inanmam bana yardımcı olmuyor, diye bir örnekte verilebilir. Ve iki tane daha bulunacak örnek ile bu durumda inandığımız hangi düşünce bize yardımcı olmuyor- sa ona dair örnekler bulunur.
5– Bir diğer sorgulama da ilk orijinal cümle üzerine yapı- lır: “Ali bana yardımcı olmuyor.” düşüncesinin doğru olup olmadığına bir kere daha bakılır. Doğru olabilme olasılığı da vardır. Eğer yanıt doğru ise, o zaman Ali’nin yardımcı olmamasının neden The Work yapan kişi için, Ali için ve tüm evren için iyi olduğuna dair 3 örnek bulunur. Eğer gerçekte olan Ali’nin yardımcı olmadığı ise, bu herkesin hayrına olan bir şeydir ve örnekler vererek desteklenir.
9- Çalışma formunun ismi neden “komşunu yargıla” formu?
Komşunu yargıla formundaki “komşunu” kelimesi diğer kişi, sizin dışınızdaki bir başkasının yargılanması amaçlı kul- lanılıyor. Kendiniz ile ilgili göremediğiniz karanlık noktaları, başkalarını yargılayarak görebilme olanağı sunuyor komşu- nu yargılama formu. Başkalarında yargıladığınız, onun size yaptığını düşündüğünüz şeyleri sizin kendinize ve o kişiye yaptığınızı göstermek üzere tasarlanmış, inanılmaz güçlü ve mucizeler yaratan, gerçeğe uyanmamıza neden olabilecek muhteşem bir formdur.
10- “Komşunu yargıla” Çalışma formunun doldurulmuş örneği nasıl olur? Paylaşabilir misiniz bizimle, daha iyi an- lamamız için?
Komşunu yargıla formunu doldurmak için, sürekli olan veya bir sefere mahsus stresli bir durum bulunur. Örnek olarak: “Eşim Cemal ile dün akşam evde salonda otururken ben, Cemal’e, ‘gelecek ile ilgili planların nedir?’ diye sordum ve Cemal, televizyondaki yarışma programına yöneldi ve soruma cevap vermedi.” gibi. Bu durum göz önüne alınarak komşunu yargıla Çalışma formunda yer alan altı adet soruya cevap verilir. Bu sorular aşağıdaki gibidir:
1. Bu durumda, sizi kim kızdırıyor, kafanızı karıştırıyor, hayal kırıklığına uğratıyor ve üzüyor? Neden?
2. Bu durumda nasıl değişmelerini istersiniz? Ne yapma- larını istersiniz?
3. Bu durumda, onlara ne önerirdiniz?
4. Bu durumda sizin mutlu olmanız için, ne düşünmeleri- ne, söylemelerine, hissetmelerine veya yapmalarına ihtiyacı- nız var?
5. Bu durumda onun hakkında ne düşünüyorsunuz? Bir liste yapın. Yargılayıcı ve basit olmayı unutmayın.
6. Bu durumla ilgili olarak bir daha asla deneyimlemek istemediğiniz nedir?
Birinci soruda, gene durum göz önüne alınarak, yargıladı- ğımız kişinin bizde yarattığı duyguları ifade ederiz. Örneğin: “Ben Cemal’e kızıyorum (kırgınım veya başka negatif duygu- lar), çünkü o beni dinlemiyor (ya da saymıyor).” gibi.
İkinci soruda, yargıladığımız kişinin (Cemal’in) nasıl de- ğişmesini istediğimizi ifade ederiz. Burada sanki küçük bir çocuk gibi o kişiden (Cemal’den), bizim deneyimimize göre onun yapmadığını düşündüklerimizi talep ederiz. Örneğin: “Cemal’in, bana değer vermesini, beni saymasını istiyorum.” gibi.
Üçüncü soruda, yargıladığımız kişiye (Cemal’e), gene bu bizi kızdıran durum ile ilgili önerilerimizi, tavsiyelerimizi yazarız. Örneğin: “Cemal bana karşı daha dikkatli olmalı, beni ihmal etmemeli, benim ona ne kadar değer verdiğimi bilmeli.” gibi.
Beşinci soruda, yargıladığımız kişi (Cemal) hakkında düşüncelerimizi (yargılarımızı) liste hâlinde ifade ederiz. Burada önemli olan, bizim sansürsüz bir şekilde yargılayıcı olmamızdır. Örneğin: “Cemal bencil, dikkatsiz, ne yaptığını bilmez, saygısız, vurdumduymaz…” gibi.
Altıncı soruda, gene bu durumla ilgili olarak, bir daha asla deneyimlemek istemediklerimizi ifade ederiz. Örneğin: “Ben konuşurken Cemal’in, yüzünü televizyon ekranına yöneltme- sini bir daha asla deneyimlemek istemiyorum.” gibi.
11- Tersine çevirmenin bize göstermeye çalıştığı nedir? As- lında tüm acıların ve deneyimlerin hepsi kendi düşüncemizin ürünü mü yani?
Tersine çevirmelerin amacı, inandığımız düşünce ve inan- cın dışında, o durumda başka doğruların da olup olamayaca- ğını anlayabilmek için bir tür zihin yogası yaparak, kendimiz için en doğru olanı bulmaktır. Zihin, inandığı düşüncenin dışında başka gerçekler olup olmadığını sorguluyor ve bir çeşit meditasyon yaparak başka doğrulara da pencere açıyor. Olana veya olduğunu zannettiğine verdiği mana ve yüklediği anlama değişik perspektiflerden bakarak, doğruluk testi veri- yor. Tersine çevirmeler ile körü körüne inandığı doğrularına başka olasılıklar ve başka bakış açıları ile bakabiliyor. Zihin sertlikten çıkıp esneme yapıyor.
12- Kendi başımıza yapabilir miyiz Çalışma’yı? Nasıl bir yol izlemek gerekiyor?
The Work‘ü kendi başınıza yapabilirsiniz. Bir kere nasıl yapıldığını öğrendikten sonra kendi kendinize dört soruyu sorup tersine çevirmeleri yapabilirsiniz. The Work yaparken kimseye bağlı kalmanıza gerek yoktur. Nerede olursanız olun, her zaman, her yerde ve her durumda yapılabilir.
13- Zihindekileri kâğıda aktarmak mı gerekiyor? Yazmak, affetmenin başlangıç noktası mı?
Evet, zihni kâğıda aktarmak gerekir. Tüm olumsuz dü- şünceler kâğıda aittir. Onları yakalayıp kâğıda yazmamız ve netleştirmemiz, onları hapsetmemiz, o hikâyelerin kaçarak yaşamımızda kalmasını veya can bulmasını engeller. Aynen bizi ısıran, kaşındıran, zehirleyen bir böceği, bir kutuya hap- setmek gibi. Bize acı veren düşünceleri kâğıda yazmak ve hapsetmek de onların üzerinde The Work yapıp sorgulayıp doğru olup olmadıklarını anlamamıza olanak verir.
Affetmek farkındalık ile başlar. Öncelikle affedemediğimiz şeyin gerçekten olup olmadığını sorgulamak ile başlar. Eğer oldu ise kişiyi affedememenin, bizim üzerimizdeki etkisi nedir? Veya gerçekten affedilmeyecek bir şey mi yaptı? Tüm bu düşünceler kâğıda dökülüp sorgulamaya alındıktan sonra gerçeğiniz bulunabilir ve affetme sağlanabilir veya sağlana- maz. Affetme sağlanmadı ise “affedememek” ile barış yapılır. Her durumda, olan ile iyi geçinme noktasına ulaşılır veya ulaşılmaz. Ulaşılamayan nokta ile barış yapılır veya yapıl- maz. Olan ne ise olması gereken, o anda bizim ihtiyacımız olan odur. Affetmeye ihtiyacımız var ise affeder, affetmeye ihtiyacımız yok ise affetmeyiz. “Affetmem lazım” düşünce ve beklentisi de stres yaratabilir. “Affetmem lazım” da bir hikâ- yedir ve sorgulanır. Kimse vaktinden önce doğamayacağı gibi vaktinden önce affetmeyi de başaramaz. Vakti geldi ise affeder.
14- Nasıl affederiz kendimizi ve bir başkasını? Nasıl ta- mamlanır bu affetme işi? Fark edince bu düşünce dönüşmüş oluyor mu?
Affedemediğimiz kişi ile olan durumu belirler ve o kişi üze- rine affedemediğimiz durumdan komşunu yargılama formu doldururuz. Sonra birden altıya kadar her yargı ve düşünce üzerine dört soru ve tersine çevirmeleri yaparak The Work’ü uygularız. Kendimizi affedemediğimiz bir durum için de her seferinde bir inanış formunu, kendimizi affedemediğimiz durum için doldurur ve The Work yapar veya kolaylaştırıcı aracılığı ile The Work’ü yaptırtırız.
Düşünce sadece düşünceyi fark etmek ile dönüşemez.
Düşüncenin doğru olup olmadığını sorgulamak, tersine çe- virmeleri yapıp başka doğruların olup olmayacağını de irde- lemek ve bunları örnekler ile desteklemek sonucunda olur. Zihin ancak o zaman inandığı ilk düşünceyi bırakıp başka bir gerçek olduğunu keşfederse o durumdaki düşüncelerini dönüştürebilir.
Affedemediğimiz olay geçmişte kalmıştır. Biz o anı düşün- celerimizde tekrar tekrar yaşar ve canlandırırız. Affedeme- diğimiz hakikatte olan değil, olana yüklediğimiz hikâyedir. Hikâye sorgulanır ve dönüştüğünde kişi, acı veren hikâyeyi bırakır. Geçmiş, yaşanmış ve bitmiştir. Geçmişi geçmişe (ait olduğu yere) bırakmak, yapıştığımız ve şimdiki anımıza tek- rar tekrar getirdiğimiz hikâyeleri bırakmamızı ve affetmemizi sağlar. Bu söylediklerim de The Work yapılırken yaşanır.
15- Düşüncemizi fark ettik diyelim, sonrasında ne yapacağız?
Düşünce, duygular aracılığı ile fark edilir. Bu ilk basamak, yani duygularımızı fark etmek, hissetmek. İkinci basamak, bu duyguyu yaratan düşünceyi yakalamak ve kâğıt üzerine dökmek. Hapsedilen ve kâğıt üzerine yazılan bu inanç veya düşünce, ifadesi alınmak üzere sorgulama odasına, yani The Work yapmaya alınır. Sorgulama odasında The Work yapı- lır, dört soru ve tersine çevirmeler ile doğruluk testi verilir ve kişi gerçeğini bulur. Benim deneyimimde kişi, sorgulama dediğimiz The Work’ü yaptıktan sonra kurban rolünden çı- kıp sorumluluk alıp kendi cehennemini kendisinin yarattığını fark ediyor ve suçlamayı bırakıp kendi kendini soktuğu kısır döngü ve girdaptan çıkıyor. Dışarıda ne olursa olsun, olanın değil, acı çekmesine neden olanın, olana yüklediği mana ve anlam olduğunu görüyor ve kendisini, bu acı veren hikâye- den özgür kılıyor.
16- Deneyimime sebep olan düşüncemi biliyor ve bunun, kendimde olan bir inançtan kaynaklandığını da bildiğim hâl- de bunu değiştiremiyorsam ne yapmalıyım?
Değişmiyorsa değişmemesi gerekiyor. Nereden biliyoruz? Çünkü değişmedi. Orada önemli olan, bir şeyi değiştirmek değil. Değişmiyor ise değişmemesi gerektiği içindir ya da bizim, değişmesine henüz ihtiyacımız olmadığını kabul etme olayımız vardır. Suç diye bir şey yok. Suç hikâye. Kimse suç- lu değil. Suçsuz da değil. Suç ve suçsuzluk birer kavramdır. Hakikatte bunlar yoktur. Parmağınız ile suçlu ve suçsuzu bana gösterebilir misiniz? Soyuttur bunlar. Ama kalem, kitap gösterebilirsiniz. Somuttur bu kavramlar. Masumluk var. O andaki düşüncelere inanarak yapılan veya yapılmayan var. “Hepsi benim suçum.” Bu doğru mu? Bunun doğru olduğun- dan emin olabilir miyim? “Hepsi benim suçum” düşüncesi- ne inanınca kim oluyorum? İnanmasaydım kim olurdum? Tepkim değişmeli? Değişti mi? Hayır. O zaman değişmemesi gerekiyordu. Nereden biliyoruz? Çünkü değişmedi. Tepkim değişmeli. Bu doğru mu? Akışa bırakmak kendini ve sevmek. Olan ile “bir” ve “aşk” olmak. Ne olursa olsun, “koşulsuz aşk olmak.” İşte bütün mesele bu. Kendini tamir etmek, daha iyi bir versiyonunu yaratmak, daha mutlu ve başarılı olmak, ha- yatta daha iyi var olmak falan filan değil. “O” olmak, “özün” olmak, “kendin olmak”, “koşulsuz sevgi olmak.” İşte bütün oyun bu, benim deneyimime göre.
17- Peki, “daha başarılı olmalıyım, evim düzenli olmalı, daha zayıf olmalıyım” gibi düşüncelere inanmak, gerçeği değiştirmenin bir katalizörü değil mi aynı zamanda? Olana direnmezsek nasıl değiştiririz?
“Daha, daha da olmalıyım, yapmalıyım, yapmam lazım”
vs. bunlar ego imparatorluğunun kuralları. Hiçbir şey olmak veya yapmak zorunda kalmamak. Sadece kendin olmak. Düşüncelerinin ötesinde sen kimsin? İşte “o” olmak. “Aşk” olmak. Benim deneyimimde ben yaşamımı, kendimi tamir et- mek için burada değilim. Ben bozuk değilim ki tamir olayım. Ben kırık değilim, eksik değilim ki tamam olmaya çalışayım. Ben zaten her şey ve hiçbir şey değil miyim?
“Daha başarılı olmalıyım” düşüncesinin altında “yeterince başarılı değilim” inancı var. “Yeterince başarılı olmadığım doğru mu?” sorusunu getirir The Work hemen karşımıza. Ya da “daha başarılı olmam gerektiği doğru mu?”
“Evim düzenli olmalı” veya “evim düzenli değil” sorgula- ması ve ifadesi alınması gereken hikâyeler.
Zayıf olmalıyım” hikâyesine bakalım. “Zayıf değilim”, “zayıf olmalıyım.” Tüm bunlar sorgulanır. Olduğumdan fark- lı olmak istemem bana ıstırap ve stres verir. Buna neden olan benim o andaki kilom, başarım, evimin düzenli olup olmama- sı değildir. Bu durumlara yüklediğim mana ve bu durumla ile ilgili yazdığım hikâyedir ve hikâyeler değiştirilebilir.
18- Bu, mücadeleyi bırakmak anlamına geliyor biraz da. Kabullenmek pasifize olmak gibi geliyor. Bu noktada olayın neresinde durmalıyız? Nerede kabullenmeli nerede harekete geçmeliyiz? Nedir bunun yolu?
Olanı kabullenip olan ile dost olmak, mücadeleyi bırak- mak, pasifize olmak ve bitkiye dönüşmek değildir, benim deneyimimde. Tam tersine. Sevgi aktiftir ve ne yapacağını çok iyi bilir. Olanı kabullenmek, bir arabayı patinaj yapma safhasından çıkarıp benzin istasyonuna yollayan bir katali- zördür. Benzin istasyonunda sevgi enerjisi yüklenir depoya. Ve o sevgi enerjisi zaten sizin yaşamınızı götüreceği yeri çok
iyi bilir. Yapacağınız tek şey, size patinaj yaptırtan, balata ve lastik yaktırtan keşkeler, pişmanlıklar, suçlamalar, öfkeler, kaygıları sorgulamak ve benzin istasyonuna gidip depoya benzin, yani koşulsuz sevgi yüklemek. Hepsi bu. Gerisi zaten kendi kendine olur. “Nerede kabullenmeli? Nerede harekete geçmeliyiz?” sorusunun benim için yanıtı şu: Kendi işimde harekette olabilirim. Başkalarının ve evrenin işinde benim işim kabul etmek. Değiştirebileceğim her şeyde hareketteyim. Değiştiremeyeceğim her şeyde ise kabulde.
19- Bu düşünceye inanmadığımızda kendiliğinden değişen bir deneyim mi oluyor?
Düşünceye inanmadığımda benim dünyam değişiyor. Dü- şüncelerini değiştir, dünyan değişsin. “Söylediklerime inan- mayın, kendiniz deneyin ve kendi deneyiminizden doğru söyleyip söylemediğimi bulun.” der Katie. Ben de inanan ol- mayıp yaşayıp deneyimleyen ve kendi doğrumu kendi bulan olmanın bana iyi geldiğini keşfettim. Benim söylediklerim be- nim deneyimim. Doğrudur demiyorum, onu diyen zihindir. Siz de deneyin ve kendiniz için nasıl olduğunu görün diye sizleri davet ediyorum.
20- “Üç çeşit iş var.” diyor Byron Katie. Bunu anlatır mı- sınız biraz, The Work’ün bakış açısından?
Evet, “üç çeşit iş var” der Byron Katie. Yaşamımızda mu- cize yaratan ve özgürlüğümüzün anahtarı üç çeşit iş. Benim işim, onun işi ve evrenin ya da Tanrı’nın işi. Benim kilom, ne yediğim, ne dediğim, ne okuduğum, kiminle olduğum veya olmadığım, mutluluğum, mutsuzluğum, benim işimdir. Onun kilosu ne yediği, ne dediği, ne okuduğu, nasıl yaşadığı, ne iş yaptığı veya yapmadığı, hastalığı, acısı, mutsuzluğu vs.
onun işi. Trafik, ekonomi, doğal afetler, ne zaman öleceğim, yaş almam, Tanrı’nın veya inancınıza göre evrenin işi.
Eğer ben sizin veya evrenin işine girersem, kendi işimden uzaklaşıyorum ve kendi işimi, ofisimi veya evimi boş bıra- kıyorum. Ben bir başkasının veya evrenin işi ile uğraşırken (onları değiştirmeye kalkmak, istenmeden yardım etmek, istenmeden tavsiye vermek, zihin olarak onlar ile uğraşmak, hata bulmak, tamir etmeye çalışmak gibi) benim işim boş kal- dığı için orada kimse olmuyor. Ben kendi işimi ihmal etmiş oluyorum. Eğer metafor kullanıp kendi işimi evime benzetir- sem, her gün başkasının evi ile veya evrenin işi ile meşgul ol- duğumdan kendi evime bakmıyorum. Buzdolabım boş, evim kirli, bacam tütmüyor. Çünkü ben orada yokum. Ben, benim işime, yani yuvama döndüğümde kendime ve tüm çevreme faydalı olabiliyorum. Yoksa ben YOKUM. VAR iken, kendimi düşüncelerime inandırarak YOK ediyorum. The Work ve üç çeşit iş, beni bana, yuvama döndüren bir araç.
21- Çalışma’yı deneyimleyenler ne fark ediyor? Nasıl bir değişim yaratıyor hayatlarında?
Byron Katie’nin şu cümlesi çok hoşuma gider. Der ki: “Hayat basittir. Her şey senin için olur, sana karşı değil. Her şey tam olması gerektiği zamanda olur, ne erken ne de geç. Bundan hoşlanmak zorunda değilsin, sadece eğer hoşlanırsan yaşamın daha kolay olur.”
Benim deneyimime ve The Work yaptıktan sonra danı- şanlarımın bana verdikleri geri bildirimlere göre, Çalışma’yı yapanlar huzur buluyorlar. Zihinlerinde olan toksik zehirlen- menin etkisi kalkınca, düşüncelerinin ötesinde kim oldukla- rını deneyimliyorlar. Yapışıp kaldıkları, senelerdir taşıdıkları veya her an tekrar yazdıkları yalancı hikâyelerinden kurtu-luyorlar. Bunun sonucunda “huzur, neşe, mutluluk, barış, sevgi, coşku, kardeşlik, güven, heyecan gibi olumlu duygular deneyimliyorlar.
Eğitim programından sonra, katılımcılarımdan birkaç ta- nesinin geri bildirimlerini sizlerle paylaşmak istiyorum:
“Yıllardır içimdeki korkuları dönüştürmek için çalışmala- ra, eğitimlere gittim, kitaplar okudum ama bir şekilde takıl- dım kaldım. Aldığım The Work eğitimi ve Çalışma yapmamın sayesinde çok kısa sürede inanılmaz dönüşümler yaşadım. Bitkinlik ve ümitsizlik, yerini heyecan ve sürprizlere bıraktı. Bu kurs şu ana kadar aldığım ve kendime verdiğim en değerli hediyedir.”
Zeynep H.
“Önceden sürekli kimsenin beni dinlemediğinden şikâyet eder, sürekli karşımdakini suçlardım. Benim için en büyük dönüşüm, içime giderek kendimi dinleyebilmem oldu. Her şeyin benden kaynaklandığını daha net görebildim. Bu far- kındalıkla, kızdığım her şeyin, benim kabullenmek isteme- diğim karanlık yönlerimle ve inançlarımla ilgili olduğunu gördüm. Arkasından tüm bunlar ile yüzleşip onları sevgi ile kucaklamaya başladım. Bu dönüşümün daha çok başındayım ama aradaki farkı şu anda bile kendimde hissedebiliyorum. Her şeyi daha aydınlık görebiliyorum.”
Elif S.
“Düşüncelerime inanmadığımda acı çekmeyeceğimi, böyle bir seçeneğimin olduğunu, özgürlüğün kendi elimde olduğu- nu, düşüncelerimin ben olmadığını, karşımda benden başka (düşüncelerim) kimse olmadığını ve daha pek çok şeyler…”
Zeynep B.
“Yaşamım boyunca düşüncelerimi sorgulamak ve farkın- dalıkla özgürleşmek ve kendi işimde kalmak, benim sorumlu- luğum. ‘An’da kalmamı engelleyen düşüncelerimi yakalayıp ötesini görmek harika bir deneyim.”
Hatice U.
“Çalışma, beni dünya illüzyonundan uyandırdı. Yaşama yüklediğim anlamlardan özgürleştirdi. Yolculuktan zevk ala- rak, akmaya olanak verdi. Hava ile suyla, toprak ile doğayla, her şey ve herkes ile bir olmamı sağladı.”
Mesude K.
22- Birçok psikolog, terapist de Çalışma’nın sorgulama metodunu kullanıyor mu? Sistematik olmasa da aslında bu yöntemi farkında olmadan kullanıyorlar belki de. Neler söy- lemek istersiniz bu konuda?
Evet, ABD’de ve Avrupa’da psikologlar arasında kullanı- lan en yaygın ve etkili yöntemlerden biri. Aldığım eğitimler sırasında karşılaştığım ve The Work Enstitüsü’nden derece al- mış pek çok tanıdığım psikolog var. Harvard Üniversitesi Psi- koloji Bölümü’nde Çalışma eğitimi verildiğini duymuştum.
23- Yurt dışında psikologlar Çalışma’yı bir araç olarak kullanıyor mu? Türkiye’de durum nedir?
Evet yurt dışında çok kullanıyorlar. Çok etkili ve lazer gibi güçlü bir yöntem olduğunu söylüyorlar. Türkiye’de henüz Çalışma, psikologlar arasında yeterince yaygın değil. Türki- ye’de Çalışma’nın psikologlar arasında da kullanılması ve yayılmasını amaçlayan eğitim programı hazırladık ve 2018 yılının Eylül ayında uygulamaya başlıyoruz.
24- Siz nerede aldınız bu eğitimi? Nasıl çalışıyorsunuz? Seans nasıl oluyor? Eğitim veriyor musunuz? Ne kadar sürüyor?
2002 yılında “Olanı Sevmek” kitabını okuyup ve 2004 yı- lında Byron Katie’nin Amsterdam’daki hafta sonu seminerine katılarak başlayan yolculuğum, 2005 yılında Los Angeles’ta The Work Okulu’nu bitirmem ve 2011 yılında The Work Enstitüsü’nden sertifika alarak Türkiye’nin ilk sertifikalı The Work Kolaylaştırıcısı olmam ile devam etti. 2019 yılında eşim Metin Karakaş ile FMK (Farkındalık, Meditasyon ve Kabul) Okulu’nu kurduk. (Eşim Metin Karakaş da sertifikalı The Work Kolaylaştırıcısıdır.) The Work’ü Türkiye’de yaymak, kolaylaştırıcılar yetiştirmek ve bu konuda uzmanlaşmalarını sağlamak için internet üzerinden doğrudan eğitimler veriyo- ruz.
“Olanı Sevmek, İlişkiler, Uygulamalı The Work-1 ve Uy- gulamalı The Work-2” programlı eğitim programımız var ve ilave kurslarımız ve gelişmeler devam ediyor. Olanı Sevmek, İlişkiler 6 hafta, İleri Düzey-1 ve İleri Düzey-2, 7 haftalık se- anslar ile sürüyor. Olanı Sevmek ve İlişkiler 1,5 saat seanslar ile ve İleri Düzey-1 ve 2, iki saatlik seanslar ile haftada bir kere olmak üzere devam ediyor. Bunlar dışında “kıskançlık, aile ve çocuk, para ve bolluk, suçluluk ve utanç duygusu, şikâyet- lerimiz, endişe ve özgüven, affetmek, korkularımız, anksiyete ve panikatak, çekirdek inançlar” gibi özel konularda da semi- nerler düzenliyoruz.
Eğitim programlarımız ve grup kurslarımız dışında özel seanslar da veriyoruz. Bu arada, yaz dönemlerinde yaz okulu ve seminerler düzenliyoruz. Online verilen eğitimlerimiz video görüntülü oluyor.
Eğitimlerimize katılmanız, Çalışma’nın yaşamınıza geti- rebileceği huzur ve özgürlüğü deneyimlemeniz ve Tanrı’nın Byron Katie aracılığı ile insanlığa göndermiş olduğu bu hedi- yeyi kullanmanız için her türlü hizmeti vermeye tüm kalbim ile açığım.
Sevgi ile kalın.
Feza Karakaş