DEPREMLER OLMAMALI? BU DOĞRU MU?
Soru: Feza Hanım İzmir depremi hakkındaki görüşlerinizi almak istiyorum. Uzun süreden beri The Work yaptığınızı, düşüncelerinizi sorgulamayı yaşam prensibiniz haline getirdiğinizi söylüyor ve hatta FMK Bilgelik atölyesinde bunun eğitimlerini de veriyorsunuz? Byron Katie’nin The Work metodu temelinde her şeyi olduğu gibi kabul etmek ve hatta sevmekten bahsediyor. Geçtiğimiz hafta İzmir’de güçlü ve yıkıcı bir deprem oldu. Depremin, insanların canlarını ve mallarını, sevdiklerini kaybetmelerinin sevilecek nesi olabilir ki? İzmir depremini nasıl yorumluyor ve deneyimliyorsunuz?
Yanıt: Her şeyden önce The Work hiç kimseye tavsiye vermez. Yani kimseye depremi sev demez. Benim görüşüme göre de hiç kimse olanı sevmek zorunda değildir. Ben deprem sonucu İzmir’de olan sonuçları sevmiyorum. 1999 depreminde hem annemin hem bizim evimiz yıkıldı. Komşularım, arkadaşlarım, dostlarımızdan ve tanımadığımız binlerce insan can verdi. Benim böyle bir şeyi sevmem mümkün olabilir mi? Olanı sevmek ve kabul etmek aynı şeyler değil benim deneyimime göre. Deprem değil aslında benim sevmediğim. Depremi sevmek veya sevmemek diye bir seçim yapmak zorunda değilim. Doğada deprem diye bir gerçek var. Aynen yağmur, bulut, rüzgâr, kedi, civciv, üzüm, böcek çiçek olduğu gibi. Hepsinin bir işlevi ve amacı var ve hepsi doğanın parçası. Doğaya karşı geldiğim ve olmamalı dediğim zaman acı çekiyorum. Byron Katie ‘’Neşenin Bin Adı’’ kitabında hakikatin egemen olan ve yöneten olduğu görüşünü şu şekilde ifade eder. ‘’ Hakikat ile tartışmaya girdiğinizde endişe ve hayal kırıklığı yaşarsınız. Strese yol açan tüm düşünceler hakikat ile yani olan ile tartışmaktır. ‘’ Ve ayrıca şöyle der. ‘’Olan geçmişin bir hikayesidir. Geçmiş geçmiştir ve onu değiştiremezsiniz. ‘’
Depremi değiştiremeyiz. Bir kere oldu mu olur. Tekrar ediyorum, sevmek zorunda değiliz. Hiçbir şey yapmak zorunda değiliz aslında. Benim görüşüme göre yapmak zorunlu olduğumuz tek şey vakti zamanı gelince bedenimizi bırakmaktır. Onun dışında hiçbir şey yapmak zorunluluğumuz olmadığına inanıyorum. Nasıl yağmuru, rüzgârı engelleme gücümüz yoksa depremi de engelleme gücümüz yok. Deprem jeolojik bir olaydır ve dünya bedeninin ihtiyacı olan bir şeydir. Bizim üzerimizdeki olan yıkıcı etkiyi yaratan, can ve mal kaybına neden olan deprem midir? Burada her şeyden önce deprem olmamalı düşüncesinin altındaki sebebi ve korkuyu bulmak ile başlardım ben sorgulamaya. Deprem benim için ne demek? Depremden niçin korkuyorum? Depremden korkuyorum çünkü: deprem öldürür. Bu doğru mu? Öldüren deprem mi? Neden aynı şiddetteki bir deprem dünyada değişik ülkelerde aynı tahribatı yapmıyor?
Deprem sağlam olmayan binaları yıktı. Ve bu binaların altında yüzden fazla insan can verdi. 1992 yılında Yalova Ceylan Kent’ten yazlık almak istediğimizde o zamanlar 9 yaşında olan oğlum Berke ‘’ anne biz coğrafya dersinde okuduk. O bölge kırmızı deprem alarmı olan fay hattı üzerinde. Çok tehlikeli bir bölge. Oradan ev almayın,’’ dediğinde ‘’oğlum biz çok iyi ve meşhur bir inşaat şirketinin yaptığı bir projeden ev alıyoruz. Bu evler sağlam olur ‘’ cevabını vermiştim. O projede üç blok yerle bir oldu ve pek çok insan öldü.
İzmir’de deprem oldu olan oldu. Bunu değiştirme imkânımız yok. Kimimizin canı, eşi, annesi, yavrusu, bacısı gitti. Aileler yok oldu. Acı çok büyük. Olanı değiştirmek mümkün değil ve acı var. Mühim olan acıyı ızdıraba dönüştürmemeyi seçmek.
Soru: Bu konuyu biraz açabilir misiniz? Seminerlerinizde de bu konudan bahsediyorsunuz? Acı ile ızdırap arasında fark mı var? Acıyı ızdıraba dönüştürmek ne demek?
Yanıt: Acı kaçınılmazdır, ızdırap ise seçmelidir der Byron Katie. Benim deneyimime göre de bu çok doğru. Mesela çok yakın bir zamanda ablamı akciğer kanserinden, kısa bir süre sonra da annemi son yolculuğuna yolladık. İkisinde de acı çektim. Ağladım. Derin bir keder ve acı hissettim. Ama bu acım ızdıraba dönmedi. Zihnim ‘’ablam niye öldü? keşke ölmeseydi, erken öldü, ben yanlız kaldım, o benim en yakın arkadaşımdı, şimdi ben onsuz ne yapacağım? ‘’gibi düşünceler üretti ve onlara inanmaya davet etti. Beni ızdırap odasına çekmeye çalıştı. Fakat ben bu düşüncelere inanmadım ve sorguladım. Annem içinde aynı şekilde acımı çektim ama olanı olduğu gibi kabul ederek olana direnmedim. Dirense idim ızdırap çekerdim. Olanı kabul etmek huzur getirdi, direnseydim ızdırap getirecekti. Seçimde benimdi. Ben olanı kabul etmeyi ve huzurlu yaşamayı seçtim.
Soru: Byron Katie ‘Olanı Sevmek ‘kitabında 3 Çeşit İşten bahsediyor. Bunu biraz açarmısınız ve bu bakış açısının bize faydası nedir?
Yanıt: Evrende 3 çeşit iş vardır. Benim, senin ve Tanrı’nın işi. Gerçeklik Tanrı’dır der Katie. Çünkü egemen olan odur. Benim mutluluğum ve huzurum benim işimdir. Sizin mutluluk ve huzurunuz sizin işiniz. Hikayelerimize inanmadığınız zaman bunun doğru olduğunu deneyimlemeniz mümkün olur. Doğal afetler, deprem, hava durumu, mevsimler, ne zaman öleceğimiz gibi şeyler Tanrı’nın işidir. Daha doğrusu kontrol edebileceğimiz şeyler bizim işimiz, edemediklerimiz ise diğerlerin veya Tanrı’nın işidir. Biz çoğu zaman başkaları için neyin doğru veya yanlış olduğu veya ne olmalı ya da olmamalı konusunda tavsiye vermeye bayılır ve başkalarının yada Tanrı’nın işine gireriz. O zamanda kendi işimizden çıkmış oluruz ve bizim işimize bakan kimse kalmaz. Ve bu durumda kendimiz ile olmadığımız için yanlız hissederiz. Sonuç mutsuz olmamız olur. Daha da derine gidersek Katie 3 çeşit işi şöyle ifade eder. ‘’Üç çeşit işi kendinizin işinde kalacak kadar anladığınız zaman, bu sizin kendi yolunuzu çok açık bir şekilde görmeniz için size özgür kılacaktır.’’ Benim kontrol edemeyeceğim hiçbir şey benim işim değil. Katie aslında nihai olarak hiçbir şeyin bizim işimiz olmadığını söyler. Yani ben bundan şunu anlıyorum. Tanrı istemese yaprak düşmez.
Soru: Yani her şeyi Tanrı’ya bırakalım, kaderci olalım ve hiç bir sorumluluk almayalım mı? Bunu mu demek istiyorsunuz?
Yanıt: Hayır bunu demiyorum. Benim işimde olan her şeyin sorumluluğunu alacağım. Dünyayı anladığım kadarı ile kendi bilinç düzeyime göre yaşamımın, huzurumun, kontrol edebildiğim her şeyin işi bende. Kontrol edemediğim şeyleri de kabul edip etmeme gücü bende. Edersem huzurlu olurum. Etmez isem cehennemde yanar kavrulurum. Benim işim mutlu olmak. Benim işim huzurlu olmak ve özüme bağlanmak. Benim işim içimdeki koşulsuz sevgiyi dışarıya çıkarmak. Benim işim dış olayların beni etkilemesi ile oluşan bir benlik yaratmak değil, içimdeki koşulsuz ve hiç sönmeyen ışığı dışarıya çıkartmak.
Soru: Siz olanı olduğu gibi kabul eden ve hatta bir adım daha ötesinde hakikati dost gören bir kişi olarak depremde ölenlere, o acılı insanlara hiç mi üzülmediniz? Kalpsizlik değil mi bu?
Yanıt: Tam tersi. TV seyrederken ağladım. Küçük Elif’in ve Arda bebeğin yıkım altından çıkarıldığını gördüğümde sevinç göz yaşlarımı tutamadım. Arda bebeğin annesinin cenazesi kaldırılırken gördüğümde de duygulandım. Ben bu acı duygusunu o an için hissettim. Fakat orada takılı kalmadım. Benim işim özüme bağlı olmaktır ve bağlandım. Olandan çok, ne olması gerekirdi konusundaki beklentilerime takılıp kalmak yerine, özüme bağlandığımda hem kendime hem de beni tanıyan, tanımayan tüm insanlara daha çok hizmet verebildiğimi, bedenimi sevgi enerjisine hibe edip kendimi adadığımda bunun bütünün hayrına olduğunu deneyimledim.
Deprem olmamalı, insanlar ölmemeli, evler yıkılmamalı. Deprem oluyor mu? Evet. Evler yıkıldı mı? Evet. Can kaybı oldu mu? Evet. Olmuş bir şey ile kavga etmenin bir faydası yok. Deprem var. Evler yıkıldı. Can kaybı oldu. Peki bu durumda ben ne yapabilirim? Bütüne hizmet vermek için neler yapabilirim? Biz ne yapabiliriz? Bundan çıkarılacak dersler nedir? Ne yaptık da biz bunları yarattık? Deprem olmasına engel olamayız ve fay hatlarını da yok edemeyiz. Bu Tanrı’nın işi. Ama depremin yıkıcı etkisini yok etmeye gücümüz yetebilir. Deprem bölgelerinde olan yapılaşmayı depreme dayanıklı yapabilir miyiz? Evet. Bu da bizim işimiz. Afete uğramış ailelerin yaralarını sarmada destek olabilir miyiz? Evet. Ağlamak, sızlanmak, suçlamak ve hiçbir şey yapmamak yerine sorumluluk alıp, değiştirebileceğimiz şeyler konusunda aktif olmayı seçebiliriz.
Genelde alkol ve madde bağımlılarına destek olan dernekler tarafından kullanılan çok sevdiğim bir dua vardır. ‘’Tanrım, bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenmem için sabır, değiştirebileceklerim için cesaret, ikisini birbirinden ayırmak içinse bilgelik bağışla.
Feza Karakaş
FMK Bilgelik Atölyesi kurucusu, eğitmen-yazar
www.fezakarakas.com
www.bilgelikatölyesi.com